“Ruhun iç yüzü diyebileceğimiz
bâtınına ‘
sır’ denir.
Sırrın bâtını ise ‘sırru’s-sır’ kabul edilir. Sırru’s-sırrın en önemli bir buudu ‘
hafî’, en engin bir derinliği de ‘
ahfâ’dır. Bâtından maksat, bir nesnenin özü, esası ve mayası demektir. Bu latîfelerden sadece biri
âlem-i halktan, diğerleri
âlem-i emirdendir.. ve
âlem-i emirden olan latîfelerin en derini, en zor erişileni
ahfâdır.
Ahfâ, diğer latîfeler itibarıyla merkezi tutuyor gibi bir hususiyet arz etmektedir.
Hafî,
âlem-i emre ait hususiyetleriyle tıpkı bir mahfaza gibi onu kuşatır; sırru’s-sır, bir sur gibi bunların hepsini ihata eder ve ruh bir atmosfer gibi bütün latîfeleri kucaklar ve
kalbe bağlar. Bu latîfelerin inkişaf ettirilmesi, kalbî ve ruhî
hayatın,
hayata hayat olmasına bağlıdır. Bu itibarla da, henüz cismaniyetten kurtulamamış, letâif-i insaniye ufkuna ulaşamamış bahtsızların, belli seviyedeki ruhlara akıp gelen bu
mevhibeleri duymaları mümkün değildir. Bunları duyabilmenin asgarî şartları, evvelâ
istidat, sonra o istidadı inkişaf ettirme adına sa’y u gayret ve daha sonra da usûlüne göre
çile çekmek ve erbaînlerle beden hâkimiyetinden kurtulabilmektir.”
2)