“Anlama,
idrak etme, us mânâlarına gelen
akıl; ıstılah olarak, zâhirî hâsselerle idrak edilemeyen şeyleri kavrayıp değerlendirebilen ilâhî bir nurdur.
Akla, maddeden mücerret, ama faaliyetlerinde madde ile müşterek ve bitişik hareket eden bir cevher ve ‘ben’ ile işaretlenen ‘nefs-i nâtıka’ diyenler de olmuştur. Ayrıca onun,
insan bedeninde
ruha bağlı bir
latîfe ve nefs-i nâtıkanın önemli bir buudu olduğunu iddia edenlerin yanında, ona,
insan derununda, belli ölçüde de olsa,
hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayıran ilâhî bir cevher nazarıyla bakanların sayısı da az değildir.”
2)