“…
istiğna sadece maddî ücretlerle alâkalı bir mesele değildir. Cenâb-ı Hakk’ın insana bahşettiği
akıl, zekâ, mantık ve
muhakeme kabiliyeti, sevk ve idaredeki yüksek performans gibi donanımlar da bir
imtihan vesilesidir. İşte bu tür mazhariyetler sonucunda elde edilebilecek maddî-mânevî makam ve mansıplar, ad ve unvanlar, nam u nişan, teveccüh ve iltifatlar mevzuunda da insan beklentiye girmemeli ve hep
istiğna ruhuyla hareket etmelidir. Üstad Hazretleri bir yerde sebeb-i mesuliyet ve hatar olan metbuiyete, tâbiiyetin tercih edilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Yani varsın, önümüze başkaları geçsin, başkaları imam olsun. Meselâ, mihraba geçtik ve insanlar da arkamızda saf bağladı. Tam o esnada gördük ki, arkamızda imamet vazifesini yapacak birisi var. Hemen geriye çekilmesini bilmeli ve onun imamete geçmesini temin etmeliyiz. Ve yine diyelim ki, yirmi-otuz sene değişik yerlerde
hak ve
hakikate hizmet ettik, işin tabiî seyri içerisinde insanların imreneceği, teveccüh göstereceği bir konumu bize
emanet ettiler. İşte bu noktada her zaman kendimizi diken üstünde duruyor gibi görmeli ve acaba bana ne zaman ‘Gel!’ diyecekler; diyecek de beni bu vebalden kurtaracaklar mülâhazasını taşımalıyız. Evet, çok rahatlıkla, bir dönem önünde yürüdüğümüz insanların arkasına geçebilmeli ve onları takip edebilecek kıvamda olmalıyız.”
10)