“
Enâniyet, değişik kullanım şekilleriyle ‘ben’ mânâsına gelen ‘
ene’den türetilmiş bir kelime..
insanın kendisi, özü, şahsiyeti mânâları yanında, ona, varlık,
eşya ve hâdiseler hakkında tefrik, temyiz, okuma ve değerlendirme imkânı da veren ‘
ene’; aynı zamanda bilme, inanma ve bu çerçevedeki ferdî ve içtimaî sorumluluklar karşısında insanı bir muhatap durumuna yükselten unsurdur.
Ene’yi, nefis yerinde kullananlar da olmuştur ki, bu yönüyle o, insanın gerçek kimliği,
hakikati, daha da önemlisi kendi mahiyeti dahil pek çok hakaiki ölçüp belirlemede mühim bir unsur (vâhid-i kıyâsî ), sınırlılığıyla sınırsızlığa ışık tutan bir projektör, tenâhîsi içinde Nâmütenâhî’ye bakan doğru sözlü bir şahit ve açılmaz gibi görülen mânevî kapıları açabilecek sihirli bir anahtardır. Bu anahtarı kullanmasını bilenlere
Allah, varlık, eşya ve esrar-ı ulûhiyete ait öyle derin sırlarını açar ki, bu sayede ‘
ene’ –ben ve ego da diyebilirsiniz– insanın en nuranî derinliği hâline gelir ve ‘Kenz-i Mahfî’nin lisan-ı fasîhi olur.”
1)