“Resûl-i Ekrem’in (aleyhissalâtü vesselâm)
Mirac’ı, O’nun
seyr u sülûküdür, O’nun unvan-ı velâyetidir. Ehl-i velâyet nasıl ki
seyr u sülûk-u ruhanî ile, kırk günden tâ kırk seneye kadar bir terakki ile, derecât-ı imaniyenin
hakka’l-yakîn derecesine çıkıyor. Öyle de bütün
evliyanın sultanı olan Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm); değil yalnız
kalbi ve
ruhu ile, belki hem cismiyle, hem havâssıyla, hem
letâifiyle, kırk seneye mukabil kırk dakikada, velâyetinin
keramet-i kübrâsı olan
Mirac’ı ile bir cadde-i kübrâ açarak, hakâik-i
imaniyenin en yüksek mertebelerine gitmiş.
Miraç merdiveniyle
Arş’a çıkmış.
Kâb-ı Kavseyn makamında, hakâik-i
imaniyenin en büyüğü olan
iman-ı billâh ve
iman-ı bi’l-
âhireti aynelyakîn gözüyle müşâhede etmiş.
Cennet’e girmiş,
saadet-i ebediyeyi görmüş. O
Mirac’ın kapısıyla açtığı cadde-i kübrâyı açık bırakmış. Bütün
evliya-yı ümmeti,
seyr u sülük ile –derecelerine göre–
ruhanî ve
kalbî bir tarzda o
Mirac’ın gölgesi içinde gidiyorlar.”
1)