“…
insan kendini terk edince her şeyde Cenâb-ı Hakk’ın tecellilerini görmeye başlıyor; başlıyor ve ciddi bir
istiğrak, bir
heyman, bir
kalak hâliyle kendinden geçiyor ve o derya içinde eriyip yok oluyor. ‘Sen tecellî eylemezsin, perdede ben var iken / Şart-ı izhâr-ı vücudundur adîm olmak bana…’ (Gavsî) beytinde ifade edildiği gibi,
insan hakiki vücut karşısında kendi vücudunu erittiğinde,
hakka’l-yakîn ufkuna kapı aralamaya başlıyor. Vâkıa, bu anlamda bir
hakka’l-yakîn mertebesi
dünyada kemâl ile
insana müyesser olur mu, bilemiyoruz. Bu hususta İmam Rabbânî Hazretleri, Mektubat’ının bir yerinde bunun mümkün olmadığını söylerken, bir başka yerde ise belli ölçüde müyesser olabileceğini ifade eder. Bu iki mütalâayı beraber değerlendirdiğimizde denilebilir ki,
hakka’l-yakînin gölgesi belki
dünyada müyesser olabilir ancak asıl
hakikati ahirette zuhur edecektir. Zira kudret-i ilâhiyenin,
hikmetinin önünde tecellî ettiği yerde,
hakka’l-yakîn de
hakikatiyle zuhur edecek ve
insan kendi ufkuna göre o
hakikati bütün buutlarıyla duyup yaşayacaktır.”
5)